ali kemal: Ocak 2014

6 Ocak 2014 Pazartesi

Beklemek

Saat durmuş beklemek zamanında.
Bir türkü hep kendini dinletiyor,
Bir şarkı uğulduyor sürekli.

5 Ocak 2014 Pazar

soluksuz

Buğu tutmuş bir çay
Bir soluk yanında olsam
Ne çayım tükense
Ne sigaram bitse

hesaplaşma

Geceyi yırtan bir sessizlik, son otobüsü de kaçıralı çok oldu üstelik. Adımda gizli kalmış bir takım psikolojik saptamaları da bir yana itersek, çalacak bir kapıda kalmamış. Dudağımı yakan son sigarayı da atıp ilk sokağa sapmalı şimdi. Biryerlerde saklı kalan bir sokak bilgesi vardır buralarda. Ona gidip dinlemeli hayatın o sokaktan nasıl geçtiğini. Tüm gizleri dökmesi gerekli ortaya. Bana öğretsin derdindeyim hayatın tüm ibneliklerini. Yoksa yardıma muhtaç bir s.o.s sinyali bile veremem izbe bir hicranda.

Susarsam ölürüm

Susmanızı konuşmamanızı istendiği zamanlar çıkar ortaya bu laf. Sus derler, sen sus, hep sus, sadece sus. konuşacak dağlar kadar şey vardır hal bu ki.

Sus derler sadece, fazlası da yoktur sözlüklerinde. Oysa sizin kelimeleriniz vardır. Susarsam ölürüm dersiniz. Susarsasanız ölüm gibi bir şey olur, kim öldü anlamazsınız. Bunun korkusu bile yeter konuşmanıza. Keskin kenarlı bir çakmak taşı kayalıkta yalın ayak yürüyüp de tek damla göz yaşı dökmeyeceksin gibi bir emir işte.

Susarsam ölürüm, uçurum gibi düşerim kendi boşluğuma. İmlası betonarme bir yazının her soluğunda. susarsam ölürüm, kelimelerim kanar, bilemezsiniz bir cümle nasıl kanar. Tıpkı bir kanardağ, bir tek sigara kalmamış bir gece, bir damla suya muhtaç bir kerbela gibi. 

Susarsam ölürüm dersiniz. bir kuş konmuş sesine, gülüşünün kıyısında bir mavi var, bir serçenin telaşı var gülüşünde, gözlerinde bir bebeğin resmi var, bir ışık var göz bebeğinde, beni çekip duruyor kendine, bir bardak çay var duruşunda, bir kadeh rakı, bir başı bozuk bahar, bir dal erik, bir gece sefası, bir kızıl karanfil. Diyemezsem sana ölürüm. Sussam içimdeki büyümeye direnen o haşarı çocuğu sokaklardan koparır alırım yine.

Onca şey biriktirmişken heybenizde sözcüklerden, sadece; Seni seviyorum dökülür dilinizden.

Sonra;

Susarsam ölürdüm dersiniz bir gecenin ucunca.

4 Ocak 2014 Cumartesi

palyaço

ağladığını kimsenin görmediği, belkide görmek istemediği kişilik. sen ağla palyaço, sen ağlaki başkaları gönül rahatlığı ile gülebilsin. canın ne kadar yanarsa o kadar mutlu oluyor insanlar. sen ağla palyaço, sen hep ağla. gözyaşların hiç dinmesin emi? ilkyazında bir mevsimlik sevdanın, dolu vurunca en olmadık acılarla, palyaço sen ağla, sen ağla ki, mutlu olsun insanlar daima.

meyilli

içimde tahammüden intihara meyilli bir boşluk var. nereye elini uzatsan sapla samanın, toz duman karıştığı bir boşluk. içinizdeki tüm değerler alt üst. ne gitmek kıymetli ne de dönüp gelmek. imkanlar dahilinde ölmeye meyletmek. içindeki o boşluğu dolduramamak ve o boşluk dolmadığı sürece kendini tüketmek.
yalnızlık fiili bir durumla değil sanrılarla gerçekleşmekte. inançlarla falan alakalı değildir aslında bu, insanlara yitirilen güven gelir en başta. hep yolda yarım bırakılmanın getirdiği yorgunluk. kahrolmanın baş rol oynadığı bir film. sahnesini kurmuş ömrünüze nasıl tükendiğinizin resmini çizmekte.
bir isim veremeden içinizdeki imlasız, artık unutulmuş olan dile. bir şeyi çok istemek ulaşmayı sağlamıyor hepsi bu aslında. ulaşamadıkça kendinizden verdiğiniz fazla geliyor ve ruh haliniz her gün biraz daha yaklaşıyor intiharın aksak karanlığına.

ben hep aksine bir yol tutturup, aksine bir yoldan gittim. yol yoksa patika, o da yoksa keçi yolu hep bir yol daha var işte. her sabah güneş doğacak mutlak, ben olmasamda.

intahara meyilli bir ruh hali karamsarlığına kurban etmektir bir avuç bulutu.

yaşamayan bilmez bunu, anlamaz da. hayatınızın her noktasında değerli olan sadece anılarınız kalmıştır, onlar da çok uzaktır. aslında insanın istediği intihar falan değildir hani ya. sadece o sıkıntıları gömmek ve bırakmak tarihin karanık bir noktasına, bir daha dönüp bakmamak yüzüne bile. ölsem ve unutsam her şeyi. unutmak gerçeği bir o an gerçek çünkü. sadece o andan sonra gerçek.

kalp eğrisi

başlangıcıdır bir yolun. en büyük hesaplaşmalara uğrar, döner yine başladığı yerde biter. mesafesi çok uzun olabilir, çok zaman da alabilir. maksat içe dönmektir asıl. becerip beceremediğiniz size kalmış.

şimdi ben bir uzun yolun divanesiyim ya. kendi evine yabancılaşan yolcuyum ya. bak ömrüm kadar kısa tüm vakitler bana. bir kalp atışı ve tükenir tüm afrodizyakların etkisi. kendini uyuşturmak için çabalamak hevesi. ölmeden varacağım yine kendime. kapanacak tüm perdeler sıkı sıkıya. sevişmelerin hepsi gayri resmi bir anayasa maddesi.

kalp eğrisi bir yolculuktur düşten gerçeğe. aşk her iklimde bir ilkbahar esintisi. yağmur dindi. şimdi bir güneşin gözleri önündeyiz. sevişmeyip de ne halt ederiz?

izin

size aşık olmak istiyorum izin verir misiniz? diye bir soru ile başlar herşey. geldin ve kırdın tüm kapılarımı. kırdığın kapıların ardında dünyam vardı. sen elini kolunu sallayarak girdin hayatıma. girdin ve hiç izin istemedin. farkında değilsin biliyorum ama bu hayatı ele geçirdin. şimdi izin istiyorum senden, sana aşık olabilir miyim?

başka bir ben'e gidiyor yolum, giderken büyüyor sürekli. başka bir ben e giderken sen oluyorum sürekli. değişiyor, değiştikçe feda edecek birşey buluyorum her adımda. ben sana varınca, sen nerede olacaksın bilmiyorum ama ben kendimden çıktım yola yavaşta olsa geliyorum sana.

yıktığın duvarlarımın altında kaldım belki de, bu da onun can yanmasıdır aslında. bilmiyorum bunu şu anda. tek bildiğim bir soru aslında, size aşık olabilir miyim?

hayal durağı

İnsanın çıkacağı yoldaki ilk durağı. En uzun yolculuklar bile bir adımla başlar der bir Çin atasözü, o büyük yolculuğa bir hayalle başlar insan. Bir aşka, yeni bir umuda, hastalıktan kurtulmaya. Her şey bir hayalle başlıyor. İnsanoğlunun ulaştığı şu nokta da bu hayal durağından geçmiş olması yüzünden.

Benim hayal durağım hep durmaya meyilli, gitmiyor hiç bir yere. Aynı hayali bin defa kurduktan sonra, hala aynı durakta ve daha bir adım atamamış olmak, dokunuyor insana.

Herkesin hayalleri başka biliyoruz bunu da mevzu hayalleri hayat yapmak olunca, sanırım herkes yolda kalıyor. Hayat insana hep hayallerinden azını veriyor.

Hayal kırıklarından tespih yapmış, hayal durağından bir korkuluk ömrüm.

tanımsız

Elini kolunu sallayarak giren insanlar vardır hayatınıza, hep varmışçasına. Değişik bir alışkanlıkla beklersiniz gelip selam vermesini, söylenmesini, kızmasını. Canınız yandığında duysun istersiniz. Canınzın sıkkın olduğu bir gün söylemeden anlayabilmesini. Üstelik sizi herkes bu kadar rahat kızdıramaz, sinirlendiremez bilirsiniz. İnadını seversiniz ama yinede başka bir zaman başka bir yerde size verdiği öğütleri ara sıra kendi de tutsun istersiniz. Hep gülmek değildir dost olmak, bazen beraber aynı yöne küfrederken, bazen de birbirinizin canını yaka yaka konuşmayı gerektirir. Üstelik bu can yakmalardan sonra başka birine "yine tartıştık" diye  söylenirken bulursunuz kendinizi. Sebep ne? Hiç!

Doğruları söylemek, üstelik herşeye rağmen söylemek cesaret ister. Cesaret ister karanlıkta yaşayanların yüzlerine ışık tutmak. Bunun için suçlanmayı göze almak. Bazen iyi dinlemek gerekir, bazen kırık bir iç çekiş, bazen meydanları inleten bir ses ile, sizin duymak istemediğiniz her şeyi söyleyebilendir dost olabilen.

Onuncu köyden seslendim. Hadi dedi onbirinciye gidelim. 

Delisin.

Ey yar

Ey yar uçurumların kardeşi
Bir ömür biçiyorum kendime
Natülüs'ün eşsiz atlasından
Ama sığdıramıyorum ince gövdemi
Adına hayat dediğiniz hiç bir şeye

Ey yar yaz tarihini
Ama unut unutabildiğin kadarını
Unutamadıklarında gizli kalsın
Ki resmi tarih dediğimizde
Unutulanlarla gizler arasında

Ey yar tarihini kalemlerin yazamadığı
Sen söyle adını
Gece duymasın
Sonra eskir tüm şarkılar
Kitaplar hep kendini tekrarlar

Ey yar yazdan yeşil
Sonbahardan sarı bir tarih
Arası şiirlerle örülmüş bir bulmaca
Ben yapbozun parçalarını topluyorum
Biri sürekli savuruyor yokluğuna

Ey yar
Kalbimin saçlarını geceye savuran hasreti
Düşünmek suç listesinin başında
Bir de seni düşünmemek var

Gözlerinden kalan boşluğa tutunmak daha kolay

omuz

bir omuz temin etmeli acil tarafından. gücünüz kuvvetiniz tükenince dayanacak, yaslanacak bir omuz. temin edilince, dur şimdi ağlamak halet i ruhiyesine kavuşmadık daha. acılarımızın orta yerine gelip oturacaksın, unutturacaksın bir yalnız adem olduğumuzu.

bir omuz temin edilmeli acil tarafından. bugün beni çok üzdüler dediğinde o unutmak zorunda kendi sancılarını. o an sadece bana güç vermek olmalı tüm işi, gücü. sonra sıra ona geçmeli.

ama yeri gelince kafana kafana da vurmalı hatalarını. yani demem o ki. aslında her insanın yeri geldiğinde yaslanıp kalacağı bir omuz olmalı.

geldin mi? şimdi anlat bakalım dertlerini.

3 Ocak 2014 Cuma

kalp

Tamiri imkansız varlık. Hep emanet verilir birilerine ve doğru kişiyi bulana kadar o emanetçinin elinde dolanır ki geriye kırıkları parça tesirli bir yalnızlıktır kala kaldığın. Sonunda bir gün biri çıkar ve toparlar parçalarını. Sen bir arada tutmak için çabalarsın sürekli o güne kadar.

Acılarım oradan çok mu belli oluyor? Olsun! İnfilağım yeni yetme hala. Parçalarını yara bandıyla tutturdum kalbimin yürüyorum.

avuç



Hayattan alabildiğimizin tam karşılığı sanırım, ne alabilirsek en fazla dolu dolu bir avuç. Hepsi o. Ama biraz dengesizlik var bu işte. Senin avucunla benim avucum aynı oranda almıyor ki. Senin payına düşenle benim payıma düşenler aynı değil yani. Kimi insana o bile çok gelir: ister misin? der, sana birazını sana emanet eder ki sır demiştik ona da. Yada paylaşmak derdinde olanlar vardır, kendine az gelse bile avucundakiler, parça parça aktarır insanlara elindekileri. En güzeli sevdiğiniz insanlarla paylaşılanlarıdır bu avucunuzda kalanların. hiç azalmasın isterler avcunuzdaki hayat, eksildikçe tamamlama telaşında.

Bir de yalnızlar vardır. onların aynası bile avuç içi kadardır.

sır

Susman gereken yer burası. Belki de unutman gereken. Herşeyi söyle ve unut sonra. Acını pay mı ettin yoksa kendinden mi verdin? Aramızda sus kadar büyük boşluklar. Düz yol deneyimimiz bu bizim, düşe kalka koşma telaşının es verdiği bir gizem. 

hadi sus şimdi susabildiğin kadarını. acıların boğulup kalsın. adını sus, andını sus, gece olsun karanlığı sus. kitaplar bahsetsin hiç utanmadan, gizlisi saklısı kalmadı desin, aldırma sen onlara. sen kendini sus.

Sır mı? Sana bir sır vereyim, aç kulağını, o onlarla beraber kırlardan, tam da dediği gibi şairin elbette kırlardan gelecekler. Sonra susacaklar seni.

talep

Aşk hayata bağlanma noktamsa, sen bu hayat bağlarımdan biriysen ve ben hayata ne kadar tutunmaya çabalasam kapına gelip duruyorsam senden talep edeceğim elbet bunu.

tanım

dünyanın en yalnız çocuğudur bazen. kendi sesinden ürkecek kadar sessiz. içindeki kaosun failinin bir kelebek olduğunu da bilir mesela. için için yanar çoğunlukla, dost sohbetine meze edilen bir gece, yangında ilk kurtarılacaklar listesinden bir çekmece eksiltir. çok denemiştir alkolün içinde boğulmayı, becerememiştir. beceriksizdir bu yüzden, kendini dünyanın en beceriksiz insanı ilan etmiştir. birde yanlış anlar, yanlış anlaşılır sürekli, bunu da söyler gocunmadan, yanlış anlamaların ustasıyım diyerek. ruhunda çok şeyin izini taşır, taşıdığı şeylerin ağırlığından sürekli yalnızlaşır. şiiri de edebiyatı da sever bir ayda nazım külliyatını, yaşar kemalin tüm eserlerini okuduğu gibi bir rivayet vardır. buna rağmen son bir yıldır kitaplardan da kaçar olmuştur. arada sırada çok sevdiği kağıt ile kalemi seviştirme işine dönmeyi ister beceremez. hep eksik bir şey, hep kanayan bir yara, hep iğfal edilmiş gece yarıları.

hayat ne zaman biraz zorlasa kaçar gider ruhu uzaklara. bakışları donuk, suskunluğu çok büyük.her şey olurda adam olamaz bir türlü.

ruhunu terbiye etmek zor olandır ve bu beden zaten görmüştür göreceği kadarını. acıların baş taşı bir yaşam. hayal kırıklarının resmi. bakmayın yüz mumluk bir gülüşle dolaştığına. imlasını kendi bildiği bir ölüdür bedeni.

2 Ocak 2014 Perşembe

gözyaşı



göz kapakları altında iki damla bulut.

gitme diye ağlamayı bıraktım bir kenara.

sen

yokluğun ertesi. sevgi sözlerinin tekmil nefesi. neyzenin hiç'e üflediği ses. varoluştan bir öncesi.

el kadar aynadan kendime bakınca gördüğüm yüz.

uykusuz

Tarifi olmayan bir sıkıntı içimde. Uykulardan uyanamıyorum, kaçamıyor, ne yapacağımı bilemeden kalıyorum uykunun içinde. Uyanamamak, karanlığın içinde kala kalmak ne zormuş? Şu saatte kendimi zor tutuyorum arayıp gecenin bir yarısı "Canını sıkan bir şey mi var?" diye sormamak için. uyumaktan korkar mı insan? Korkuyor işte. Baya bay korkuyor hemde. Canını çok sıkan şeyleri yaşadığını biliyorum ama bu başka, bu bambaşka. Sanki kendi içimde kayboluyorum ama nedense senle ilgili birşey olduğunu da biliyorum. nereden biliyorum onu bile bilmiyorum. 


Sabah olsa, sabah olmalı. saat daha 4 bile olamadı. Saçma bir huzursuzluk her telimde. Bir sigara daha yaklaşsa sabah, biraz daha duman dağılsa geceye. Bitmeli bu gece, bitecek. bitsin artık. içimdeki bu sıkıntı geçmeyecek başka türlü biliyorum. İlla telefonda bir duyacağım sesini.

1 Ocak 2014 Çarşamba

bozuk saat

çay soğuk, rakı sıcak,
bir terslik var bu işte.
telefon defteri kabarmış,
aranılan kimse kalmamış!
bu işte bir terslik var.

ben hayatım kalabalık dedikçe

daha bozkır bir yalnızlık,
dilim dilim kanatmakta tenimi.

sen bari susma artık!
bırak, aramızdaki uzaklık dursun öylece,
iki rayın birleştiğini görelim biz perspektifinden,
onlar son istasyonda istediği gibi davransın.

iki yalan bir doğruyu götürmesin hayattan.
hem, o yalancı benim hayatım!
hayat hikayemizde öyle biraz,
iki yalan bir doğruya evrilmekte yavaşça.

geç-te sen gelme yinede.
bu durak ömrümün özeti,
belkide, belirsizliğe teğet geçmek,
herşeyi yaşayıp, yaşanmamış saymak.

saat 6.45.
doğruya şu kadar, yalana bu kadar
kavuşmak mı? bilmem!
onun saatini bozdular belli ki,
tıpkı beklediğimiz trenler işte.


bir cümle ile

"bize çok acıyorlar burada"*
derdimize tasamıza ortak olduklarından da değil
aslına uygun olmayan bir acı yaşadıklarından
kağıt mendillerini kirli, buruşuk
sakladınlarından ceplerinde 
bize olmadığı kadar acıyorlar

aslının vicdanına lakyıt bir önerme
seslenince su, dinleyince hava
açlığımın sessizliğine düşen çiğ damlası
mavi bir çiçek, adı neydi unuttum
taç yapraklarında gözüm çırpınmakta

bize burada olduğundan çok acıyorlar
tiskinç bir pislik gibiyiz 
kaldırım kenarına düşmüş
toplanmayı unutulmuş çöpler gibiyiz
gözlerinde aynı acıma hissi
aynı tiksinç inat

burada ne de çok acıyorlar bize
bize diyorum, adlarını yok sayanlar
bize çok acıyorlar
ufalanan bir taşın kurdu gibi
çürüyen bir çiçeğin kokusu gibi
hayal de, görme

mahyalara çekilmiş bir
aydınlık kadar gerçek
bize burada ne de çok acıyorlar


*haydar ergülen şiirine bir öykünmedir elbette.

koşar adım

koşuyorum kırık kiremitli bir kent göğünde
kapılar kilit, yollar çıkmaza vurduğundan beri
iliklerime kadar işlemiş bu lanet şehir
önüm ardım mavi, ayaklarım kırık kanatlarım gibi

düşmüştüm ben bir de böyle
devriyeler kuşatmışken bir meydandaki heykeli
ben pislemiştim üstüne rönesans gibi bir şeyin
bulutlar pek keyifliydi o gün

sahi biz senle hep bu kadar sevişmezdik
kapılar kilitlenirdi, perdeler örtük
senin kadınlığın herkesden dişi
nasıl bir diş geçirmeler bunlar bilmedim yine de

altımızda kent, üstümüzde çiğ
hangi kumsalda açtık gözlerimizi
izmaritleri çiğneyelim sus
geceden eser kalmasın küllüğümüzde

küllerimi doldurdum ceplerime
koştum çatılar üstünden, kent ayak izlerim
savurdum durdum göğüne
bir teyze seslendi aşağıdan
-gözün körolmasın, daha yeni sermiştim çamaşırları-


çocukluk

içime kirini temize çeken bir su
bir gök, grisine kurban adanan
bir misafir, bir ömürlük

içimde bir sen kazınmış
tahta saplı, kısa bir çakıyla
bu bizim ağacımız olsun mu? sorusunun cevabı
yüreğim değildi senden öteye giden.

bir adım daha unutamamaya
yaşın kaç olursa olsun
annenin koynuna sokup burnunu ağlamaya

rüzgar savursa deli ruhumu
şu kırık dizeleri
ömrümde sana dair bir iki sayfa
değildiki temize çekilen bir veresiye defteri

çok sayfalı, az acılı, bol dramlı
melodram sahneleri bol
bir tiyatro sahnesinde rakı içmekteyim
dudaklarına pay bırakıp ömrüme
rakıma zehir zıkkım su bulanmakta

misafir

içime kirini temize çeken bir su
bir gök, grisine kurban adanan
bir misafir, ömürlük

içimde bir sen kazınmış
tahta saplı, kısa bir çakıyla
bu bizim ağacımız olsun mu? sorusunun cevabı
yüreğim değildi senden öteye giden.

bir adım daha unutamamaya
yaşın kaç olursa olsun
annenin koynuna sokup burnunu ağlamaya

rüzgar savursa deli ruhumu
şu kırık dizeleri
ömrümde sana dair bir iki sayfa
değildi ki temize çekilen bir veresiye defteri

çok sayfalı, az acılı, bol dramlı
melodram sahneleri bol
bir tiyatro sahnesinde rakı içmekteyim
dudaklarına pay bırakıp ömrüme
rakıma zehir zıkkım su bulanmakta

yalnızlık

Sessizliğin sesini duyabileceğin yegane mekan. Yine de başka bir ses olsun istiyor insan.



Payı ile paydası hep eşittir. Bu yüzden ne azalabilir ne çoğalabilir yalnızlık. Kendi kendine konuşma yetisini kazandırır bir zaman sonra size; Biliyor musun bugün yine sensiz, sessiz geçti, hepsi bu. Cevap beklemek gibi bir amacınız, telaşınız, sorgunuz yoktur. Sigaranızı rüzgarla, bir kadeh rakınızı geceyle paylaşırsınız. Bir türkü söylersiniz efkarınız darmadağın, kendi sesinizden korkarsınız o kadar sessizlik içinde. 

Yalnızlık hep 1 olmaktır, yalın bir kılıç gibi. Gecenin karasına vura vura, ruhunuzun en keskin yanı körelene kadar yaşama telaşındasınız. Sonra kılıç körelir, gece biter.

Sıkıntı

Bugün canım yanmaya tahammüden meyilli. İyi uyanmadım sanırım bugün güneşyüzüne. Adıma iliştirilmiş bir acı var, belli bu. İhtar edin biriniz beni. Susturun yada. Yada ay gecenin yarılarına sevmemeyi öğretin. Unutturun aşk denen varlığın dizelerim üzerine çöktürdüğünü beni. Susturun, susturun ki dinsin acılar. Yoksa, daha çok kelime düşer bu yapraklarla. Bugün iyi uyanmadım sanırım. Acıya meyilli kalemim, diye notlar düşürtür size sonra, siz o sıkıntıyı sırtlar, yüreğinizi dövmeye devam eden demirciye yardıma gidersiniz. 

- usta, çifte su ver, artık işlemesin acılar.

bir acıya kiracı

Yaşadığım  yada yaşamak sancısını çektiğim şeyin adı bu sanırım. İçimde yine parça tesirli yalnızlıklar parçalanmakta, üstelik kim tenime dokunsa hayatım un ufak dağılmakta. Biri söylesin bana, terkedilmiş hayatlar mıdır dünyayı çekilmez yapan, bir acıya kiracı yaşamak mı?